Hayat



 Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.


İlk cümlesi ile ben de sarsıntı yaratan kitap, masumiyet müzesi. Daha yeni farkına vardığım bir de müzesi olan kitap. Yazılanlara göre müzede kitapda ki karakterler ve yaşadıkları yerlere ait her bir ayrıntıya tanıklık edebiliyormuşsun. Bir nevi kitabın içine açılan bir kapı diye düşündüm bu müzeyi. Ve ben de oluşturacağı yeni hikayaleri şimdiden merak ediyorum..Gözlerimin ve dudaklarımın ayrı ayrı ruh halinde bir odasından diğerine yürürken satır aralarına saklanan herşeyi aradığım ani hayal bile edebiliyorum şu an..İstanbulun bilmediğim tarafında bir yerlerde benim bir gün gitmemi bekliyor masumiyet müzesi. Hayatın henüz tanışmadığım taraflarını benim bekleyişim gibi..

 
Aslında birçok insanın hayran olduğu İstanbul hiç bir zaman yarim olmadı benim hep mesafeli sevdim kendisini. Saçlarını yedi tepe üzerinden savuran bir hatun çekiciliğinde olsa bile..

Zevkine doyamadığım keyifli anlarım olmuştur her ne kadar beklenmeyen hüzünlü anlarım olmuşsa bile. Öyle ki kimisi acılı arabesk bir şarkı gibi..Ve işte tam bu noktada bana düşen küçük mutlu anları birleştirip kocaman bir mutluluk anmaktı bu şehirde..



Ben de tam öyle yaptım.. İstanbula gidince yapılabilecek bir sürü şey olabilir hatta gidip hayran olunacak bir sürü tarihin derinliklerinden günümüze gelen saraylar, şu sarnicları, camiler, kiliseler ve daha bir çoğu olabilir. Ama ben her zaman ki gibi orada ki gerçek yaşam nasıl diye merak ettim.

Kadıköy, İstanbulun diğer semtlerine göre biraz daha fazla bildiğim bir semti. Dar ve hafif inişli çıkışlı sokakları var. Hafiften rüzgar vardı o gün. Denizden esen rüzgara ne deniyordu acaba? Bir Akdenizli olarak rüzgarlar ve isimleriyle aramı pek iyi tutamadım şimdiye dek. Birbirini beklenmedik anda kesen Kadıköy sokaklarında tarihin sayfalarından kopmuş gelmiş bir sürü sahaf bulacaksınız. Kimlerin hikayelerinin dokunduğunu bilmediğiniz kitaplar, kartlar, posterler ve bir sürüsünü bulabilirsiniz.. Ben bir kaç eski kart aldım o an aklıma düşenlere iki kelime üç martı çığlığı iliştirip göndermek için. Eğer yürümekten yorulduysanız vapur iskelesine doğru ilerleyin ve bir yorgunluk çayı için tam iskelenin üstünde duraksayın kitapların tam ortasında. Sanki vapurlar yan masanıza oturmuş hissi yaratıyor haydarpaşa tam karşınızda salırnırken. Akşama ise seçmesi zor olan bir sürü minik restauranttan birisinde rakı balık keyfine doyabilirsiniz. Bu size cazip gelmiyorsa ilk vapura atlayın ve karşıya geçin çünkü ışıklar bir başka oluyor iki kıtanın tam ortasında. Sanki ince belli İstanbul kıvrıla kıvrıla dans ederken şarkıları vapur sesine karışıyor. Ben öyle yaptım. Ve ilk vapura bir bilet aldım.



 
İsmi Kemaldi..


Öyle gündelik tanışmalara bulaşmış bir tanışma olmadı bizimkisi. Gözlerime baktı kaç saniye ya da dakika olduğunu bilmediğim bir süre. `Aristo`yu bilirmisin?` cümlesiyle ilk defa duymuştum sesini. Yosun yeşilinden kahverengiye çalmıştı o an gözleri, benimle konuştuğuna emin olmaya çalışır halimle sağıma soluma bakarken. Ama vapurun açık bölümünde ikimizden başka hiç kimse yoktu. Bir tek arada kafasını kapıdan uzatıp çay isteyip istemediğimizi soran Ahmet amca görünümlü çaycı vardı. Kemal konuşmaya devam etti çaycı Ahmet bir kez daha içeriye girdiğinde.




Ay ışığında gölgeler içinde ve sanki boşluktaymış gibi gözüken eşyaların her biri, tıpkı Aristo'nun bölünemez atomları gibi, bölünemez bir ana işaret ediyordu. Aristo'ya göre anları birleştiren çizginin Zaman olması gibi, eşyaları birleştiren çizginin de bir hikâye olacağını anlıyordum.
Gözlerimi onun güneşli deniz mavisi gözlerinden alamıyorken konuşmamı beklemiyor olmalı diye geçirdim aklımın bir köşesinden.
 
`Masumiyet müzesi` dedi. Denize doğru baktım bana bir şeyler söylemem için yardım etsin diye dilenir gibi. İsmini hatırlayamadığım vapurun gövdesine vuran dalgaların sesiyle rüzgarın sesi dudaklarımdan çıkacak kelimelere ne yapabilirdi ki. Tekrar yüzüne çevirdiğimde gözlerimi bu defa dalgalara onun deniz mavisi gözleri takılmıştı. `Müzesi varmış` dedim. Gülümsedi.


`İnsanlar da hayatın eşyaları değil mi?` dedi. Gülümsedim.


` Hepimiz bu hayatın birer eşyasıyız. Bizleride birleştiren hikayeler var` dedi Kemal. `Şu an gibi` dedim. Gözleri yine yeşile mi döndü diye düşünürken vapurun iskeleye yanaştığını farketmiştim. İkimizde vapurdan birşeylere çok geç kalmış insanların aceleci inişlerini izledik. Çaycı Ahmetin sesiyle inmemiz gerektiğini anlamıştık ve yavaş yavaş merdivenlere doğru yürümeye başladık. İskelede şehrin sesine karışan martı seslerine inat sessizliğimizle öylece duruyorduk yan yana.

 `Karaköy` dedim. `Güzel kahvesi olan bir yer biliyorum` dedi.




 
Bir süre sessizliğimizle dinledik martıları, insanları, trafiği ve sever gibi esen rüzgarı. Arasıra güneşli deniz mavisi gözlerini gördüm nereye gittiğimizi merak etmeyerek. Daha ne kadar yürüyecektik bilmiyordum ama içimde taklacı güvercinler uçuyordu.

`İbranice olan Karai kelimesi okumak anlamına geliyormuş.` dedi. Hiç ses etmedim çocukluğumda duymadığım masallar gibi anlatıyor diye. Sonra bana Kırım topraklarından İstanbul topraklarına uzanan bir hikaye anlattı. Günümüz İstanbulunun Karaköy semtinde Kemalle yan yana yürürken Kırımdan göçüp gelen Museviler yanımızdan geçerken selam verdiler bize. Kışın bitmek ve bitmemek kararsızlığını taşıdığı güneşli günde kırmızıdan sarıya çalan sarmaşıklı duvarları geçerken nereye gittiğimizi hala bilmiyordum. Çoğunlukla küçük dükkanların olduğu sokak çok sessizdi ve hepsinde ellerin emeği gözlerin hayalini taşıyan seramikler, küpeler, şallar ve defterler satıyorlardı. Biz hiç bir dükkana girmeden yürümeye devam ettik.

`Geldik` dedi Kemal. Bir duvarı boydan cam olan kahvecinin hemen önünde asma yapraklarıyla sevişen bir çardak vardı bir önce ki yazdan kalmış olmasına rağmen rengarenk. İçeri girip hangi zamanın kaç kişinin izini taşıdığı bilinmeyen geometrik desenli, zeytin yeşili karonun üzerinde kahvelerimizi sipariş ettik. Yolun hemen diğer yakasında ki duvarın dibinde dizili olan tahta sandalyelerden birisini seçip oturmuştuk. Çardağın bir ucundan diğer ucuna uzanan rengarenk lambalar vardı tam iki sokağın kesiştiği yerde. Kahvelerimiz gelmeden ellerimi yıkamak için kalkmıştım ki bir an önce geri dönüp hikayenin geri kalanını dinlemek için sabırsızlanıyordum.

Yoktu!
Oturdum ve bekledim.
Gelmedi!
İçeri girip baktım yoktu. Sipariş verdiğimiz konuşmaya çok istekli olmayan hatuna sordum acaba gördü mü Kemali diye. Kimse oturmuyordu orada dediğine inanamayarak geri döndüm. Masada iki fincan türk kahvesi vardı birisi yarım içilmiş ama hala sıcak. Ve yanına iliştirilmiş bir not.



Ve hikayenin son cümlesi şöyle..
Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım.

Comments

Popular posts from this blog

İmam bayıldı

Kiraz hevenkleri..

Şiir